25 Haziran 2010 Cuma

Titanic (1997)



Yönetmen/Senarist: James Cameron

Oyuncular: Leonardo Di Caprio, Kate Winslet, Billy Zane, Gloria Stuart, Kathy Bates,Victor Garber, Bernard Hill, Frances Fisher, Bill Paxton

Müzikler: James Horner

James Cameron'ın 1997 yapımı Titanic filmini izlemeyen çok az kişi kalmıştır. O zamana dek çekilen en pahalı film olma özelliğinin yanı sıra 2009'da gişe rekorunu yine bir Cameron filmi olan Avatar'a kaptırmadan önce 1.842 milyon dolarlık hasılatıyla zirvedeki yerini 12 yıl boyunca korudu. Toplam 14 dalda Akademi ödüllerine ( Oscar) aday olarak bunlardan 11 tanesine sahip olan Titanic, en çok Oscar toplayan filmler kategorisinde de Ben-Hur ve Lord of The Rings Return of The King'le birlikte başı çekiyor.

Yönetmen James Cameron, aynı zamanda filmin senaristi. Terminatör ve Aliens gibi bilimkurgu filmlerinde elde ettiği sinemasal ve maddi başarısı, onu 20th Century Fox'un en güvendiği yönetmenlerden biri haline getirmişti. Fakat Titanic tür itibariyle bir dramdı. Eleştirmenler film henüz yapım aşamasındayken, Cameron'un bu kadar ağır bir temanın altından nasıl kalkabileceği üzerinde tartışmışlardı. Ünlü yönetmen, Fox stüdyosunun tam desteğini alan projesi üzerinde uzun bir dönem ön hazırlık yapmıştı. 3D olarak piyasaya sürülen Avatar filmi üzerinde 14 yıllık bir çalışma yaptığı göz önüne alınırsa işi konusunda ne kadar titiz davrandığını gözlemleyebiliriz. ( Pandora gezegenindeki bitkilerin ve hayvanların orijinal bir şekilde tasarlanması için botanikçiler ve hayvan biyologlarıyla, Navice adlı yeni bir dilin yaratılması için dilbilimcilerle yıllar süren çalışmalar yapmıştı) Titanic'in bir fikir olarak ortaya çıkması aslında Avatar'dan sonraya denk geliyor.
Yönetmen, filmde görsel efektler yardımıyla yaratılacak gemi için, gerçek Titanic batığı üzerinde yoğun incelemeler başlatmıştı. Dekorasyonun ( kapılardan döşemelere kadar) gerçek gemidekiyle birebir aynı olması için fotoğraflarlar ve su altı çekimlerinden yararlanıldı. Yapılan işin hakkını verme arzusu masrafları da beraberinde getirdi. Filmin 'baş karakteri' devasa geminin ekrandaki görüntülerinin hemen hepsi bilgisayar yardımıyla oluşturuldu. Gemideki yolcuların birçoğu da aynı şekilde görsel efektlerle oluşturulmuştu. Oyuncu seçimleri de oldukça önemli bir süreçti. Güçlü, inatçı ve bağımsız bayan karakterler yaratma takıntısı herkesçe bilinen Cameron'ın aklındaki Rose Dewitt Bukater da işte böyle güçlü bir kadındı. Rol için ilk önce Gwyneth Paltrow düşünülüyordu. Teklifi ' tarzım değil' sözleriyle reddeden Paltrow'un yerine Kate Winslet seçildi. Sonraları bu rolü kapabilmek için yönetmene uzun süre yalvarıp onu telefon mesajlarıyla rahatsız ettiğini söyleyecekti. Winslet artık rolden umudunu kestiği anda, Kenneth Brahang'ın Hamlet filminde Ophelia'yı canlandırdığı sırada deneme çekimlerine davet edilmişti. Leonardo di Caprio'dan önce yönetmenin aklındaki isim ise daha ilginçti: Macaulay Culkin. (Bu isim hiçbir zaman tam olarak netleşmese de rol için fazla genç olması sebebiyle yerine Leonardo'nun tercih edildiği söyleniyor) Leonardo Di Caprio on bir yaşındayken What's Eating Gilbert Grape filminde canlandırdığı zihin özürlü çocuk rolüyle Oscar'a aday gösterilmişti. Doğuştan yetenekli bir oyuncu olarak görülüyordu. Kate Winslet'ın aksine Leonardo, yönetmenin hayalinde canlandırdığı başrole fizik olarak daha yakın bir oyuncuydu.

Başrol oyuncularının birbirine ısınmaları için öncelikle çıplak resim sahnesi çekildi. Bu sırada Di Caprio'nun 'yatağa..yani kanepeye' repliği aslında senaryoda yoktu, onun Winslet'ı çıplak gördüğünde verdiği bir tepki ve kafa karışıklığıydı. Bu yanlışlık yönetmenin hoşuna gidince filmde aynen kullanıldı. Ayrıca bu çıplak resmi çizen ve ekranda parmakları görünen şahıs da yönetmenin kendisidir. Bunun yanı sıra Rose karakterinin yaşlılığını canlandıran Gloria Stuart, filme kabul edildikten sonra ortak bir sahneleri olmamasına rağmen Kate Winslet'la tanışmak istemiş, bunu da bir röportajında ' Onu tanımam ve onunla konuşmam gerekiyordu, çünkü ben onu canlandıracaktım, o beni değil ' sözleriyle açıklamıştır.

Leonardo ve Kate film setinde çok yakın arkadaş olmuşlardı. Çalışanlar aralarındaki diyaloğun çok etkileyici olduğundan bahsediyorlardı. Ekip içindeki bu konuşmalar magazin basınında aşk dedikodusu olarak yer alsa ve dedikoduları haklı çıkarırcasına o yılki Altın Küre ödül töreninde el ele görüntülenseler bile bu dostluğun( ya da tanımlanamayan bir yakınlaşmanın diyelim) filme yansımaları mükemmel oldu. Örneğin Jack ve Rose'un ilk tanışmalarından sonraki gün güvertede yaptıkları konuşma senaryoda yoktu. Tamamen oyuncuların doğaçlamalarından oluşuyordu. Rose'un geminin kıç tarafında Jack'e söylediği 'Burası ilk tanıştığımız yer' repliği ve Jack'in tepkisi de aynı şekilde bir doğaçlamadır. Gemi batarken Rose'un filikadan atlayarak merdivenlerin başında Jack'le buluştuğu sahne ise provasız olarak tek seferde çekilmiştir. (Yönetmen ikinci bir deneme çekimine bile gerek duymamasına rağmen, bu sahne filmin en dokunaklı ve başarılı sahnelerinden biri kabul ediliyor)
Oyuncular arasında istenen kimya yakalanmıştı; fakat hala temel bir eksik söz konusuydu: anlatılan trajedinin ve aşkın ruhunu yansıtabilecek bir melodi. Çekimlerin bitmesine az bir zaman kala, yönetmenin filmin büyüklüğünü yansıtabilecek unutulmaz bir şarkı arayışında olduğunu öğrenen besteci James Horner, sözlerini Will Jennigs'in yazdığı 'My Heart Will Go On' şarkısını Cameron'a iletti. Şarkıyı beğenen yönetmen, bunu filmde kullanmak istedi ve Horner'dan Titanic'in tema müziğini de bestelemesini rica etti. My Heart Will Go On 'u seslendirmesi için Horner'ın aklındaki ilk isim Sissel'di fakat parçayı son anda Celine Dion kaptı. Horner, ayrıca yönetmenin bir diğer filmi Avatar'da da onunla çalıştı.
Sonuç itibariyle film pek çok ödüle aday gösterildi. Japon akademisi tarafından verilen en iyi yabancı film ödülünün yanı sıra 14 dalda Oscar adaylığı vardır:
En iyi sanat yönetimi-set dekorasyonu ( Peter Lamont, Michael Ford) KAZANDI
En iyi sinematografi ( Russell Carpenter) KAZANDI
En iyi kostüm tasarımı ( Deborah L. Scott) KAZANDI
En iyi yönetmen ( James Cameron) KAZANDI
En iyi film KAZANDI
En iyi görsel efektler ( Robert Legato, Mark A. Lasoff) KAZANDI
En iyi ses efektleri ( Tom Bellford, Christopher Boyes) KAZANDI
En iyi ses ( Tom Jonhson) KAZANDI
En iyi kurgu ( James Cameron) KAZANDI
En iyi film müziği ( James Horner) KAZANDI
En iyi orijinal şarkı ( James Horner, Will Jennings) KAZANDI
En iyi bayan oyuncu ( Kate Winslet) ADAY
En iyi yardımcı bayan oyuncu ( Gloria Stuart) ADAY
En iyi makyaj ( Simon Thompson) ADAY

Gösterime girdiğinde bomba etkisi yaratmış bir filmdi Titanic. Amerikan sinemasına büyük katkıları olmuştu. Oscarlarda da bu başarı ve popülerite göz ardı edilmedi. Bu kadar çok rekor kırması, her konuda 'en' sıfatını sırtlanması bakımından zamanla filme karşı büyük antipati beslenmeye başlandı. Filme yöneltilen eleştiriler genelde senaryonun basitliği ( diyaloglar yetersiz bulunuyor) aşk hikayesine yoğunlaşılarak büyük bir facianın arka plana itilmesi, kalitesiz aşk sahneleri barındırması vb. konular üzerine yoğunlaşmıştı. Eleştirilerin ağırlığıyla yönetmen ve başrol oyuncuları filmde yer aldıkları için pişman olmaya başladılar. Leonardo di Caprio bu filmden sonra herkesin kendisini sadece sevimli bir çocuk olarak gördüğünden yakınmış ve bu imajı üzerinden atmak için çok çaba sarf etmişti. Cameron ise bir dönem Titanic için ' hatırlamak istemediğim bir deneyim' cümlesini kurmuştur. İçlerinde filme hala projeye ilk başladığı günlerdeki kadar iyimser ve sevgi dolu yaklaşan ve bunu röportajlarında açıkça dile getiren tek kişi Kate Winslet'ti. Tüm bunların yanı sıra Titanic, yönetmenine ve yapımcılarına tonla para kazandırdı ve Avatar'ı çekebilmek için onlara gereken altyapıyı hazırladı. Bunu bir lanet olarak görse de Leonardo'yu tüm bayanların sevgilisi ve hayalindeki erkek haline getirdi. Şöhret ona birçok kapı açmıştı. Zaman içinde herkes kendi yolunu çizmeye ve kariyerlerindeki taşlar oturmaya başladıkça, Titanic'e bakışları değişti. Bir nevi geçmişleriyle barıştılar. Leonardo da Kate de başarılı bir kariyere sahip oldular. Kate daha mütevazı işleri tercih ederken, Leonardo Martin Scorsese ile sağlam bir dostluk kurdu ve birlikte The Aviator (2004), The Departed(2006) ve Shutter Island(2010) gibi ünlü ve başarılı filmler yaptılar. Genç yaşta rol aldıkları filmleriyle yıldızları parlamış iki oyuncu olarak (en azından Titanic'te şartlar eşitti) dostlukları hep devam etti. Bunu 2008 yılında Sam Mendes'in yönettiği Revolutionary Road ile başka bir filme taşıdılar. Bu filmdeki April Wheeler karakteri Kate Winslet'a Altın Küre kazandırırken, Leonardo di Caprio da aynı ödüle en iyi erkek oyuncu dalında aday gösterildi. Kırmızı halıda spikerin 'Bu gece sizi en çok ne mutlu eder?' sorusuna birbirlerini işaret ederek 'Onun kazanması' şeklinde cevap vererek aralarındaki bağın hala ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha göstermişlerdir.
Bazı filmler yarattıkları atmosferle efsane olmayı başarırlar. Bu kimi zaman oyuncularının performansları, kimi zaman senaryo, kimi zaman da yönetmenin dehasıyla alakalıdır. Bazen de resim kadar güzel görüntülerle. Ama efsanedirler işte. 'Dört günde gelişen aşk mı olur?' mantığıyla filmi çok rahat bir biçimde yerebiliriz. Fakat senaryonun içinde bulunan bazı öğelerin aşkı destanlaştırmamaya çalıştığını da rahatlıkla görebilmemiz gerekir. Gerçek bir romantik dramdan beklentimiz şu olabilirdi, Rose yüz yaşına kadar yaşamış ve Jack'tan başka kimseyle aşk yaşamamıştır. Kazayla hamile kalmış ve tek başına onun çocuğunu büyütmüştir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Oysa yaşlı Rose, Jack'in karşısına ilk kez çıplak çıktığı anı ' o zamana kadarki' en erotik anım diye tasvir etmiş, onun yalnızca hafızalarında yaşadığını dile getirmiştir. Yönetmenin ana karakterleri birini 17 yaşında hayatı tanımayan bir genç kız, diğerini ise 20'sindeki bir serseri olarak düşünmesi onların 'çabucak' aşık olabilmesine bir gönderme bana göre. Bu konuda Romeo ve Juliet'ten esinlendiğini söylese de meseleyi Shakespeare kadar dramatik bir hale sokmamaya çalıştığı da ortada. Gemide hayatını kaybeden binlerce kişi yerine Jack'in ölümüne çatlarcasına ağlayan kişilerin varlığını ise kabul ediyorum. Aşk hikayesi bence de trajediyi oldukça geride bırakmış. Gerçekten yaşanmış faciaları ve savaşları konu edinen filmlerin, verdikleri ağlama garantisiyle izleyicilerin kalbini zahmetsizce çaldığı düşünülebilir. Fakat her ağlamaklı film iyi midir tartışmalı bir konu. Bu tarz filmler aslında taşınması çok zor bir yükün altına giriyorlar. Öyle bir yük ki bu, ezilmeden altından kalkabilmek ancak çok iyi bir kurgunun neticesi olabilir. İp cambazlığı yapmak gibi. Anlattığınız savaşın/facianın/katliamın büyüklüğüne yaraşır bir duygusal atmosfer yaratamazsanız iyi bir film yapamazsınız bana göre. Duygu sömürüsüne kaçmadan bu işi kotarabilmek için de iyi bir senariste sahip olmanız şarttır. Aşk hikayesi böyle bir film için çok da gerekli değildi zira 1953 yapımı Titanic, gemi hakkında anlatılan gerçek hikayelere ( hatta efsanelere çünkü günümüzde geminin buz dağına çarparak battığı bile tartışma konusu) eklenmiş birkaç küçük sahne dışında kurguya oldukça az yer veriyor. Fakat 97 versiyonunda yönetmen faciayı sade bir biçimde anlatmayı tercih etmemiş. Aşk hikayelerinin çok sevilmesi fikrinden ve Titanic'in efsane bir gemi olmasından yola çıkarak bu iki olguyu birleştirmek istemiş ve bam! Efsane bir film çıkmış ortaya. Üstelik Titanic öyle bir anlatı malzemesi sunuyor ki alt sınıf - üst sınıf çatışmasını yansıtmak için de oldukça elverişli. Geminin yapısı sınıf farklılıkları üzerine kurulu. Müzikleri paha biçilemez. Tek olumsuz yanının tekniği olduğunu düşünüyorum. 'Görsellikten' çok görsel efektlerin eskiliği daha çok göze batıyor. Sinema teknolojisi de oldukça hızlı ilerliyor. Sürekli paragöz olmakla suçlanan James Cameron'ın filmi 3D olarak tekrar uyarlamak istemesinin sebebi bu olabilir. Titanic 3D'yi piyasaya sürerek kazanacağı milyonlardan çok, filmin zamana yenilmesini engellemeyi düşünüyor olabilir. Ben bu durumu, eseriyle barışmak olarak yorumladım. Bilmem siz ne düşünürsünüz.
Oyunculuklara ise kötü eleştiriler gelmesi beni şaşırtıyor. Titanic'le piyasaya kazandırdığı aktörlere şimdi baktığım zaman, yönetmendeki 'filmlerimde ünsüz oyuncuları oynatırım' takıntısına şükretmek geliyor içimden. Esas oğlan ve esas kızımızın son yıllarda çok daha üstün performanslar sergilediğini söyleyebiliriz. Fakat bu onların 24 yaşındayken berbat oldukları anlamına gelmez. Milyon dolarlar harcanarak, büyük beklentilerle çekilmiş bir filmi sırtlamaktan söz ediyorum. Bu konuda çok ağır eleştiriler getirenlere ben de Jack'in ölüm sahnesiyle karşılık vermeyi yeğliyorum. Orijinal dilinde izleyin ve Kate Winslet'in hıçkırığını duymamak için sesi kısmayın. Ölüm sahnesi demişken, Jim Carrey'nin Aman Tanrım filminde bu sahneyle ilgili yorumu aklıma geldi: Bruce Almighty röportaj yaptığı yaşlı kadına sorar :

-Leonardo suya gömülürken hiç üzülmedin mi? Neden tahtanın üzerine sadece sen çıktın? Yoksa koca kıçının donmasından mı korktun?


Sizce bir film neden espri konusu olur? Bence ya gerçekten absürt bir tarafı vardır ya da fazlaca popülerdir. Sizce Titanic için hangisi geçerli?


Meraklısına:


_Birçok kameraman çekimler sırasında zatürreye yakalandı.
_ Kate Winslet'in toplu vücut yapısını yönetmen çok sevimli bulduğu için sette ona Kate Weights diye seslendi.
_Kate bu film için biraz kilo vermek zorunda kaldı. Birçok defa kilolu bir bayan olduğuna dair eleştirilere maruz kalan Kate'e Leonardo şu tavsiyede bulunmuş : ' Herkes sana şişmansın diyecek, onları sakın önemseme. Bence sen muhteşemsin '
_Rose filmde kendini 'zavallı küçük zengin kız' olarak tanımlamıştı. Bu aslında filmin oyuncularından Gloria Stuart'ın bir filminin adı. bkz. 'Poor Little Rich Girl'
_Film stüdyosu Leonardo di Caprio'nun yerine Matthew McConaughey'in oynamasını istedi ama yönetmene söz geçiremedi.
_ İstisnasız tüm bayan oyuncular korse giydi.
_ Rose filmde 80 defa 'Jack' diyor. Jack ise 50 defa 'Rose' diyor. Bu da repliklerinin oldukça büyük bir kısmı demek.
_ Yönetmen filmin tema müziğini bestelemesi için aslında Enya'yı istemişti; fakat o bu teklifi geri çevirdi.
_ Filmin açılış sekansındaki ses sanılanın aksine Celine Dion'a değil Sissel'e ait.
_ Rose'un torununu canlandıran Suzy Amis, gerçek hayatta yönetmenin eşi.
_ Bir sinema dergisinin düzenlediği ankete göre E.T ve The Green Mile'ın ardından en hüzünlü finale sahip üçüncü film.
_ Filmin DVD'de yer alan birçok silinmiş sahnesi var. Bunlardan birisi Rose'un intihara karar vermeden önce odasında geçirdiği sinir krizi. ( Müthiş bir oyunculuktu) Bir diğeri üçüncü sınıf yolcuların partisinden dönerken Jack ve Rose'un güvertedeki konuşmaları. Bir diğer sahne ise Caledon'un yardımcısı ile Jack'in dövüş sahnesi ( İyi ki kesilmiş) ve Jack'in partide dans ettiği küçük kız Cora'nın boğulma sahnesi.
_ Leonardo Di Caprio Oscar'a aday olmamasını protesto etmek için davet edildiği törene katılmamıştı. ( bu bilgi için arkadaşıma teşekkürler) Fakat oylama esasına dayalı MTV film ödüllerinde en iyi erkek oyuncu seçilmeyi başardı.

2 yorum:

  1. Yeni bir sinema blogu demek.. Yazıların devamı gelecek mi?

    YanıtlaSil
  2. En kısa zamanda yeni yazılar ekleyeceğiz.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...